TÜRKİYE ULUSAL ALERJİ VE KLİNİK İMMÜNOLOJİ DERNEĞİ BAŞKANI PROF. DR. DİLŞAD MUNGAN, ALERJİK HASTALIKLAR VE KLİNİK İMMÜNOLOJİ HAKKINDA BİLGİ VERDİ
Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Dilşad Mungan WORKSHOP Dergisi’ne verdiği röportajda alerjik hastalıklar ve klinik immünoloji hakkında bilgi verdi.
Alerji genetik yatkınlığı olan kişilerde maruz kalınan çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan bir tablodur. Sözü edilen çevresel faktörlere ve temas yoluna bağlı olarak farklı alerjik hastalıklar ortaya çıkar:
- Solunum yoluyla alınan alerjenlere (çayır, ağaç, yabani ot polenleri, ev tozu akarları, kedi köpek, küf mantarları) duyarlılık sonucu ortaya çıkan alerjik nezle (bazen alerjik göz nezlesiyle birlikte) ve astım
- Besin alerjileri
- İlaç alerjileri
- Arı alerjisi
- Deriden temas yoluyla oluşan alerjik kontakt dermatit
- Ayrıca ortaya çıkmalarında sözü edilen alerjen ve temas yollarının katkısı olan ürtiker (kurdeşen), anjioödem, atopik dermatit (egzema) gibi deri hastalıkları başlıca alerjik durumlardır.
- Anafilaksi (alerjik şok) en çok korkulan tablodur, deri, solunum sistemi, dolaşım sistemi ve mide-barsak sistemine ait belirti ve bulgular görülür ve yaşamı tehdit eden bir durumdur, acil müdahele edilmesi gerekir.
Alerjik hastalıkların oldukça sık rastlanmaları, giderek artış göstermeleri, çoğunun yaşam kalitesini bozan kronik hastalıklar olması, bir kısmının ise ani gelişip yaşamı tehdit edici özellikleri bulunması nedeniyle toplumda farkındalıkları oldukça fazladır. Özellikle günümüzde iletişimin ulaştığı boyut düşünüldüğünde alerji farkındalığının giderek artması şaşırtıcı değildir; ancak her konuda olduğu gibi alerji alanında da bilgi eksiklikleri, “yanlış bilinen doğrular” vardır. Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği (AİD) olarak bizler hem hastalarımıza hem de topluma bu konuda doğru mesajları ulaştırmak, onları doğru kaynaklara yönlendirmek amacıyla çalışıyoruz.
Çevresel ve genetik faktörler alerjik hastalıkların ortaya çıkışında genetik ve çevresel etkenler birlikte rol oynarlar. Alerjik hastalığı olanların ailelerindeki bireylerde çoğunlukla alerji öyküsü vardır. Ebeveynlerinden birinde alerjik hastalık olan çocuklarda alerji görülme riski %30-50 arasındadır, hem anne hem de babada alerjik hastalık varsa bu risk %60-80 e çıkmaktadır. Ancak bir kişide alerji gelişmesi için sadece genetik yatkınlık yeterli değildir, genetik yatkınlığı olan kişide alerjen teması da olursa alerjik hastalık ortaya çıkmaktadır. Yukarıda sözü edilen alerjenlere maruziyet, duyarlanma ve ardından hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Alerjenin özellikleri, temasın süre ve yoğunluğu, temas yolu ve bağışıklık sistemine ait bireysel özellikler bu süreçte etkilidir ve kişiler arasında farklılıklara yol açar.
Alerji testi: Alerji testleri toplumda genel olarak kişinin duyarlı olduğu alerjeni saptamak için uyguladığımız deri testleri için kullanılan bir ifadedir. Astım, alerjik rinit, besin alerjisi, arı alerjisi, kurdeşen, atopik egzema gibi hastalıklarda etkeni tesbit edebilmek için kullanılır. Bu amaçla solunum yoluyla alınan alerjenlerle (çayır, ağaç, yabani ot polenleri, ev tozu akarları, kedi, köpek, küf mantarları), besinlerle, ilaçlarla, arı venomu ile test uygulanabilir. Alerjik kontakt dermatit olarak adlandırılan hastalıkta ise deriye temas eden alerjenler sorumludur, bu durumda yama testi olarak adlandırılan test uygulanır ve temas yoluyla alerjiye yol açan farklı alerji ürünleri kullanılır. Buradan da anlaşılacağı üzere hangi hastalıkta hangi deri testi yönteminin seçileceği ve testte hangi alerjenlerin kullanılacağı doğru sonuca ulaşmak için çok önem taşır. Bu nedenle alerji testi yapılmasına hekim karar vermelidir, kendisinde alerjik bir hastalık olduğundan kuşkulanan kişilerin bir alerji-immünoloji uzmanına başvurmaları yeterlidir, test kararı ve uygun test seçimi hekimleri tarafından özenle gerçekleştirilecektir.
Ülkemizdeki alerjik hastalıkların yaygınlığı ve dağılımı Alerjik hastalıklar sık görülen hastalıklardır, genel olarak toplumun %25-40’ını etkilemektedirler. Toplumun yaklaşık %80’inin ise yaşamı süresince en az bir alerjik sorun yaşadığını biliyoruz. Sık rastlanan alerjik durumlara bakacak olursak, dünyada yaklaşık 300 milyon astım hastası olduğu bildiriliyor. Astım ülkemizde de %5-10 oranında görülmekte, özellikle çocukluk çağında her 10 çocuktan birinde astım olduğu bilinmektedir. Astıma sıklıkla eşlik eden alerjik nezlenin görülme oranı ise %10 ila 15 arasında değişmektedir. Her 4 kişiden birinin yaşamının bir evresinde ürtiker (kurdeşen) geçirdiği bildirilmektedir. Öte yandan besin ve ilaç alerjilerinin sıklığında giderek bir artış gözlenmektedir. Bu gerçek bir artış olabileceği gibi, tanı yöntemlerindeki gelişme, beslenme özelliklerinin değişmesinin de (daha çok katkı maddesi, fast food) bir sonucu olabilir. Günümüzde tüm hastalıkların tedavisinde yeni ve çeşitli moleküllerin kullanılmaya başlanması da ilaç alerjileriyle daha sık karşılaşmamıza yol açmaktadır. Yeni antibiyotikler, kemoterapötikler ve akıllı ilaç diye adlandırılan çeşitli biyolojik ajanlara karşı alerji sıklığı giderek artmaktadır.
Klinik immünoloji; immün sistemi oluşturan hücre ve proteinlerdeki sayısal ya da fonksiyonel bozukluklar sonucu oluşan hastalıklar klinik immünolojinin başlıca konularını oluşturur. Bu hastalıklara primer immün yetmezlikler veya doğumsal bağışıklık eksiklikleri denilmektedir. Bu hastaların en sık kliniklere başvuru nedeni, tekrarlayan veya beklenenden daha sık görülen enfeksiyonlardır. Günümüzde genetiği belirlenmiş 460’tan fazla primer immün yetmezlik tanımlanmıştır. Ülkemizde primer immün yetmezliklerin sıklığı tam olarak bilinmemekle birlikte akraba evliliği sonucu ortaya çıkan formlarının diğer ülkelere kıyasla 3 ile 10 kat daha sık görüldüğü tahmin edilmektedir. Son yıllarda primer immün yetmezlik tanısı alan hastalarımızın yaşlarına baktığımızda, tanı koyma yaşının giderek erken yaşlara indiğini görmekteyiz. Bu hastalıklarda birçok sisteme ait belirti ve bulgular görülmektedir. Bu özel hasta grubunun tanı ve tedavi süreçleri immünoloji uzmanları tarafından yönetilmelidir. 9.İmmünoterapi hangi durumlarda kullanılır?
Toplumda “alerji aşı tedavisi” olarak bilinen immünoterapi 100 yılı aşkın bir süredir alerjik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Temel mantığı kişinin duyarlı olduğu allerjini düşük dozlardan başlayarak giderek artan dozlarda belirli aralıklarla vererek bağışıklık sisteminde bir tolerans geliştirmektir. Allerjik nezlede ve alerjik astımda polen, ev tozu akarı ve kedi-köpek allerjileri olduğunda uygulanır. Hastalarda şikayetlerin ve ilaç gereksiniminin azalmasını sağlar, yeni duyarlılıkların oluşmasına ve alerjik nezlesi olanlarda astım gelişiminin önlenmesine yol açar. İmmünoterapi ayrıca arı allerjisinde bal arısı veya yaban arısına karşı uygulanır, tekrar arı sokmalarında hastayı alerjik şok gelişmesine karşı yüksek koruyucu etkisi vardır. Bu tedavi yöntemi ile ilgili vurgulanması gereken en önemli nokta, immünoterapi kararı ve uygulamalar mutlaka allerji-iimmünoloji uzmanları tarafından yapılmalıdır. Uygun hastanın seçilmesi tedavi başarısı açısından çok önemlidir, ayrıca her dozdan önce hastanın değerlendirilmesi ve uygulamaların olası yan etkilere müdahele açısından deneyimli bir ekip tarafından yapılması yaşamsal önem taşır.